25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Bekir Bozdağ : Yargıya güveni yargıçlar eliyle zedelediler

Adalet Bakanı Bozdağ: Paralel yapılanma, hukuku suistimal ederek yargıya güveni çok sarstı.17 Aralık başarılı olsaydı Gülen Türkiye’ye Humeyni gibi gelecekti. AK Parti milletin emanetine sahip çıktığı için Türkiye büyük bir tehlikeden kurtuldu.

29 Aralık 2014 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Bekir Bozdağ : Yargıya güveni yargıçlar eliyle zedelediler

17-25 Aralık 2013 tarihlerinde meşru hükümeti düşürmek amacıyla sahneye konulan rüşvet ve yolsuzluk iddialı algı operasyonunun üzerinden tam bir sene geçti. Siyasetin kararlı durması ve Türkiye toplumunun önüne gelen iki sandıkta da kararını net olarak açıklaması neticesinde bu darbe girişimi de öncekiler gibi akim kaldı. Darbe cüreti, devlet içinde yapılanan milli irade hırsızı örgütün tüm ayaklarıyla deşifre olmasını da sağladığı için temizlik işini de kolaylaştırdı. Böylelikle bu yapıya karşı siyasi ve hukuki mücadele başladı.

Biz de bu bir yıl içinde paralel yapıyla hukuk çerçevesinde nasıl bir mücadele yapıldığını Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile konuştuk. 

17-25 Aralık’ın sene-i devriyesindeyiz, paralel yapıyla mücadelenin neresindeyiz? 

17-25 Aralık Türkiye’nin devlet yapısının, demokrasisinin, hukuk devleti anlayışının büyük bir tehlikeden kurtulduğu gündür. Çünkü eğer 17 Aralık başarılı olsaydı ya da bir farkındalık, bilinçlenme olmadan gerçekleşmiş olsaydı Türkiye bugün çok farklı bir yerde olabilirdi. Bir defa bunu tespit etmekte fayda var. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir hukuk devletidir. Devletin tekliği esastır. Devletin organlarının da tekliği esastır. Eğer yasamaya bir paralel yasama, yürütmeye paralel bir yürütme ve yargıya paralel bir yargı olursa orada devletin tekliğinden, demokrasiden ve hukuk devletinden bahsedemeyiz. Yasama, yürütme ve yargıda paralel yapılanmalara izin verilirse, bu paralel yapılar, bir süre sonra paralel olmakla yetinmez devlet olmak ister. Bir ülkede paralel yargı, paralel yasama, paralele yürütme, paralel yargı, paralel eğitim, paralel ordu, paralel polis… olursa veya böylesi yapılanmalara müsaade edilirse, orada milli irade de, demokrasi de, hukuk devleti de, yasama da, yürütme de, yargı da kısaca bütün devlet yapısı ve vatandaşlar tehlike ve tehdit altında demektir. 17 Aralık ve 25 Aralık’ta hükümetimizin ortaya koyduğu tavır, hem hükümetimize ve hem de devletimize yönelmiş bu tehlike ve tehdidi bertaraf etme iradesidir; demokrasimize, milli iradeye, hukuk devletine, yasamaya, yürütmeye ve yargıya millet adına sahip çıkma kararlılığıdır. 17 Aralık ve 25 Aralık, paralel devlet yapılanmasının bütün yönleriyle deşifre olduğu, herkesin ve her kesimin tehlikenin ve tehdidin farkına varması için bir milat olmuştur.

GÜLEN HUMEYNİ GİBİ GELECEKTİ

Eğer önü alınmamış, alınamamış olsaydı ne olurdu?

Çok net söylüyorum; Eğer 17 ve 25 Aralık planlandığı gibi başarılı olsaydı; hükümet düşebilir,  tıpkı Humeyni’nin Paris’ten İran’a döndüğü gibi Fethullah Gülen de Pensilvanya’dan Türkiye’ye dönebilirdi. Rejim değişikliği dahil Türkiye, hiçbirimizin öngöremediği değişimlere ve hadiselere sahne olabilirdi. O yüzden 17 Aralık Türkiye için hayırlı olmuştur. Devletin, hükümetin, sivil toplumun, herkesin ve her kesimin büyük bir tehlikenin tehdidin farkına vardığı ve önünü aldığı bir tarih oldu.

Herkes ve her kesim tarafından hakkıyla anlaşılabildi mi peki Türkiye’de, 17-25 Aralık’ın ve arkasındaki örgütün tehlikesi?

17 ve 25 Aralık’ı kimlerin ne maksatla ve kimlerle işbirliği içinde planlanıp sahneye konulduğu, toplumun her kesimi tarafından bence anlaşıldı. Tehlikenin ve tehdidin varlığı görüldü ve kabul edildi. 30 Mart 2014 Mahalli Seçimleri ve 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanı Seçimleri, halkımızın her şeyin farkında olduğunu, paralel devlet yapılanmasıyla mücadele iradesine onay verdiğini gösterir. Ben, CHP, MHP, HDP, diğer partiler ve bunlara oy verenler, Sayın Cumhurbaşkanımıza yeminli hasımlık yapmayı marifet sananlar, Ak Parti karşıtlığını yaşam biçimi haline getirmiş kişilerin ve çevrelerin dahi kendi aralarında bu mücadelenin haklılığını ve gerekliliğini dile getirdikleri herkesin malumudur. CHP, bugün paralel yapıyla paralel bir eylem ve söylem içinde. Haziran 2015 seçimlerinde CHP, bu tutumunun karşılığını görecektir. Çünkü CHP, yeminli Ak Parti ve yeminli Sayın Cumhurbaşkanı karşıtlarının yazdıklarına ve söylediklerine göre politika belirliyor, halka bakmıyor. Halk, bu mücadelede hükümetimizin yanındadır. Önceki seçim sonuçları bunu gösterdi, önümüzdeki seçim bunu bir kez daha teyit edecektir. Bugün paralel yapı paralelinde siyaset, politika ve düşünce üretenlerin, bunu, sırf Cumhurbaşkanı, hükümet ve Ak Parti karşıtlığıyla yaptıklarına inanıyorum. Bence onlar da bu mücadelenin haklılığına inanıyorlar. Zaman zaman başka partilerden milletvekilleriyle ve farklı kesimlerin temsilcileriyle görüşmelerimiz oluyor. Benim kanaatim,  onlar da bu mücadelenin doğruluğuna haklılığına inanıyorlar.

AMAÇ AK PARTİ’YE ZARAR VERMEK

Paralel yapıdan önce de aslında devlet içinde başka vesayetçi yapılar ve onların etrafında siyasi kümelenmeler vardı, hep oldu. O yapılarla hareket eden ve Gülen’e kızan siyasi kesimlerin yaslandıkları vesayetçi yapılar tasfiye edilince ve paralel yapı AK Parti hükümetine saldırınca bu defa Gülen etrafında toplanmasına ne diyorsunuz?

Yabancı güçler, içerdeki vesayet odakları ile bunların işbirlikçileri, her zaman yönetecekleri kukla hükümetler isterler; milletten aldığı iradeyi, Ankara’da kendine teslim edip, millet ile değil de kendileriyle uyumlu hareket eden hükümetleri severler. Aksine hareket eden hükümetleri, partileri ise hem sevmezler ve hem de millet iktidar etse bile onları iktidardan uzaklaştıracak her çabaya destek olurlar. Geçmişimiz bunun örnekleriyle doludur. Ak Parti, her türlü iç ve dış müdahaleye, her türlü vesayete ve her türlü kirli manşete rağmen iktidara geldi. Gücünü vesayet sahiplerinden, iç ve dış karanlık odaklardan almadı, milletten aldı. Milletin iradesini namusu bildi, canı pahasına korudu. Hiç kimseye ve hiçbir güce milli iradeyi peşkeş çekmedi. Sadece milletine, milletinin talimatına kulak verdi. Milli iradeyi tanımayan, milli iradeyi küçümseyen, milli iradenin temsil edildiği yasama ve yürütmeye hayat hakkı tanımak istemeyenlerle sonuna kadar mücadele etti. Darbe teşebbüsleri, 27 Nisan, 367 kararı, kapatma davası, gezi olayları, 17 ve 25 Aralık, Kobani olaylarının tamamı ve daha birçok hadise, bizim ve hükümetimizin kukla hükümet isteyen iç ve dış vesayet odaklarına karşı başarılı mücadelemizi yansıtır. Zayıf Türkiye, yöneten değil yönetilen hükümet isteyenler; Türkiye’yi değiştiren, büyüten, yöneten, milletin emanetine sahip çıkan, kukla değil muktedir Ak Parti Hükümetlerinden ve bunu sağlayan Ak Parti liderliğinden ve kadrolarından hep rahatsız oldular. Onun için, bizi iktidardan indirmek için güç birliğine gidiyorlar. Batı’da bir fotoğraf görüyorum ben, AB süreçlerinde, başka yerlerde kim AK Parti hükümetine vuruyorsa, sorgulamadan vuranın yanında yer alan ve işin aslının ne olduğuna bakmadan onları destekleyen çevreler var. 14 Aralık soruşturması kapsamında hafta sonu ifadeler alınıyor, dosya nedir, dosyadaki deliller nedir, işin aslı nedir? Buna dair bilgi sahibi olmadan hem de hafta sonu peş peşe açıklamalar geldi. Halbuki biliyoruz ki batılılar, genelde hafta sonu açıklama yapmazlar. Bugün içerde ve dışarıda, Ak Parti’ye zarar vermek için çıkmış ve çıkacak her harekete, her gruba, her eyleme ve söyleme, kim olduğuna bakmadan tereddütsüz ve karlı bir biçimde maddi ve manevi destek veren ve vermeye hazır olan önemli bir güç var. Bunu görüyoruz, biliyoruz. Bunlar, başarılı olamazlar. Çünkü biz gücü, onlardan değil, halktan alıyoruz. Allah’a şükür halkımız, bunları çok iyi görüyor ve biliyor.

MİLLET İRADESİNE İLK KEZ AK PARTİ SAHİP ÇIKTI

Partiler hükümet oluyordu ama hükmedemiyordu?

Evet, seçim meydanlarında halka verdikleri sözü Ankara’da unutuyorlardı, iktidarın şeklen sandıktan çıktığına, esas iktidarın Ankara’da vesayet odaklarınca verildiğine inanıyorlardı. Geçmişte yaşanmış darbeler ve muhtıralar, krizler de bu inancı besliyordu. Ak parti ile sayın cumhurbaşkanımızın liderliğinde bir fark çıktı ortaya. Bütün bu vesayet odaklarına karşı milli iradeyi namus bilen ve onu canı pahasına koruyan, gözünü kırpmadan mücadele eden bir siyaset anlayışı geldi. Darbe teşebbüsleri o yüzden akim kaldı, cumhuriyet mitingleri o yüzden netice alamadı. 367, 27 Nisan, kapatma davası o yüzden sonuç vermedi. Gezi olayları, Kobani kalkışması o yüzden netice almadı. 17-25 aralık esasında, Gezi olayları başarılsaydı merhum Menderes’i itibarsızlaştırmak için açılmış köpek-bek davaları gibi, 17 ve 25 Aralık soruşturmaları ve daha başkaca soruşturma ve davalarla başta Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve bakanlarımız olmak üzere Ak Parti kadroları itibarsızlaştırılarak halkın gözünden düşürülecekti. Bunların hiç biri başarılamadı. Çünkü bütün bunların karşısında kaya gibi duran, milletin iradesine sahip çıkan, emanete ihanet etmeyen sağlam ve çelik bir iradeye sayıp Sayın Cumhurbaşkanımız ve onun liderliğindeki Ak Parti kadroları ve onlara sahip çıkan Türk halkı vardı. Artık, bu ülkede vesayet odakları yeniden güçlenme umudunu yitirmişlerdir. Bugün bize hasım olanlar kim? Geçmişte sandıkta iktidar olamayıp da kukla hükümetler sayesinde Ankara’da iktidar olan ve iktidarın nimetinden yararlanan siyaset, medya, sermaye vb. çevreler, karanlık iç ve dış güç odaklarıdır. Onun için bu çevreler, Ak Parti’yi, hükümetimizi yıpratacak her eylem, söylem, hareket ve grubun görüşmesiz, anlaşmasız, sanki görüşüp anlaşmışlar gibi gönüllü müttefikidirler. Biz onları çok iyi biliyoruz, milletimiz de çok iyi biliyor. Bu çevreler, üzülmeye ve hayal kırıklığına uğrama devam edecektir. Çünkü halkımızın duası ve desteği, bizim yanımızdadır ve bizim asıl gücümüzdür. Bizim müttefikimiz, aziz milletimizdir. Milletin duasına ve desteğine mazhar iktidarı, kimse yenemez.

OPERASYONU YAPANLAR RADİKALLEŞİYOR

17-25 Aralık darbe girişimi AK Parti hükümetinin iradesiyle ve onun arkasında duran çok geniş bir toplum kesiminin oyuyla geri çevrildi. Lakin algı operasyonu devam ediyor, halen aynı yayınlar, aynı gösteriler vesaire. Algı operasyonu nasıl sonlandırılabilir?

Bu algı operasyonunun yapan belli bir kesim, bir avuç insan. Çünkü Türkiye halkına bakarsanız algı operasyonu yapanların bir avuç olduğunu görürsünüz. 30 Mart seçimlerinde Algı operasyonu yürütenler CHP’nin güçlü olduğu yerlerde CHP’ye MHP’nin güçlü olduğu yerlerde MHP’ye HDP’nin güçlü olduğu yerlerde HDP’ye çalıştı, destek verdi. Sonuç ortada. AK Parti yüzde 45 buçuk oy aldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak bir adayda birleştiler sonuç net: seçim ilk turda yüzde 52 ile AK Parti’nin adayına sahip çıktı. Milletimiz gerek 30 Mart ve gerekse 10 Ağustos seçimleriyle; her türlü algı operasyonuna, her türlü hokus pokusa, her türlü manipilasyona ve her türlü kirli ittifaka hayır dedi. Her türlü iftirayı reddetti. Muhalefet partileri, paralel yapının yalan kendisine ders çıkarmalıdır. Algı operasyonu yapanlar, yazdıklarının ve söylediklerinin gerçek olmadığını biliyorlar; ama başkalarını buna gerçek diye inandırmak istiyorlar. Bununla sadece kendilerini aldatıyorlar. Algı operasyoncuları, yalan ve uyduruk haber ve söylemleriyle kimseyi ikna edemiyorlar; sadece birbirine gaz veriyorlar, birbirini motive ediyorlar. Aynı odada konuşup, herkesin de kendileri gibi konuşup inandığı gibi bir düşünceye kapılıyorlar. Oysa gerçek, onları her gün ve her an tekzip ediyor.  Algı operasyonlarını, ancak milletimizin kararları sonlandırır. Paralel yapı, algı operasyonuna o kadar kendini kaptırmış ki, gerçek bile onlar için algı hedefine dönük başkalaştırılabilir hale gelmiş. Bu, kişileri suça sürükler, radikalleştirir, marjinalleştirir. Ama bunu fark bile edemezler.

Radikalleşmenin alametleri neler?

Bir grup düşünün ki; iyi insan yetiştirmek, din eğitimi, modern eğitim, hoşgörü, diyalog, şiddetten uzak durma, siyasetten uzak durma, iyilik ve hayır da yarışma vb. iyi ve ahlaki şeylerden bahsediyor, bunun için çalışıyor ve halktan da büyük destek alıyor. Daha sonra bu grup; Cumhurbaşkanı başta olmak üzere pek çok kişiye hakaret, küfür, tehdit, şantaj, kumpas, yalan ve iftira yaptığı, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Bakanlar ve pek çok kişi ve kurumu ya hukuku kullanarak ya da hukuksuz bir biçimde dinlediği, kişilerin özel hayatına ait pek çok görüntü ve sesi kaydedip depoladığı, hükümeti düşürmek için yargıyı kullandığı, Türkiye’nin aleyhine dışarıda kulis yaptığı ve benzeri pek çok iddia ile muhatap oluyor; bu iddialardan bir kısmı soruşturmalara, diğer bir kısmı da davalara konu oluyorsa; bir radikalleşme olmuyor, bir marjinalleşme olmuyor, suçtan ve suç işlemekten kaçıyorlar ya da kaçınıyorlar denilebilir mi? Denilirse de kim ne kadar buna inanıp itibar edebilir?  Fethullah Gülen ve grubunun dünü ile bugününü bilenler, bu olumsuz değişimi görüyor. Bence 17 ve 25 Aralık,  halkımızın Fethullah Gülen ve grubuyla ilgili gerçek bir yüzleşmeye de vesile olmuştur. Şimdi insanlar soruyor, bir dini grubun MİT Müsteşarı ile ne işi veya ne hesabı olabilir? Şimdi insanlar soruyor, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların telefon görüşmeleri Fethullah Gülen ve grubunun ne işine yarar? Şimdi insanlar soruyor, insanların özel hayatına ilişkin görüntü kayıtlar bir dini grubu neden ilgilendirir? Şimdi insanlar soruyor, bir dini grup Türkiye’nin İsrail, Suriye, Irak ve AB, ABD politikalarıyla bu kadar neden ilgilenir? Bütün bunlara dinde cevaz var mı? İnsanımız, bütün bu soruları soruyor. Bu yüzleşmede, ülkemiz ve insanımız için hayır vardır.

İHBAR VE ŞİKAYETLER ARTTI

Bu tür baskılardan, suiistimallerden, şantajlardan dolayı vatandaşın paralel yapıya dair şikâyetleri yargıya yansımaya başladı mı?

17-25 Aralık’ta hükümetin dik duruşu, bunlardan korkan endişe eden insanları bu konuda daha cesur davranmaya itti. Şu anda gerek Bakanlığımıza ve gerek HSYK’ya pek çok ihbar ve şikâyetler geliyor. Cumhuriyet Savcılıklarına pek çok ihbar ve şikâyetin yapıldığı haberleri de medyada yer alıyor. Ne kadarı doğru eğri tabi incelemeler sonrasında ortaya çıkacak. İhbar ve şikâyetlerde artış olduğu çok net olarak gözüküyor.

YARGIYA GÜVENİ YARGIÇ ELİYLE ZEDELEDİLER

Paralel yapının emniyette ve yargıda özellikle yapılandığını, hatta 17-25 Aralık’ta siyasi bir darbeye cüret etmesinin nedeninin buralarda yeterince güçlendiği zannına kapılması olduğunu biliyor, anlıyoruz. Sorum şu: Paralel yapıyla mücadele hukuk içinde olacaksa –ki elbette öyle olmalı- bu mücadele, delil toplama, soruşturma yürütme, yargılama sonuçta emniyetin ve yargının eliyle olacak. Paralel yapı bu kurumlarda halen varken paralel yapıyla mücadele nasıl olacak? Devlet, hükümet henüz suç işlememiş olanlara, “uyuyan hücrelere” dokunamaz haliyle, kişilerin kazanılmış hakları var korunması gereken. Ayrıca bu insanlar bu devletin, bu kurumların mevcut insan kaynağı aynı zamanda. Bu durum mücadeleyi ne derece etkiliyor?

Emniyetle ilgili kısmı bir kenara koyalım, ben kendi bakanlığımla ilgili kısım üzerinde durmak isterim. Yargı son derece önemli. İnsanlar yargıya işi düştüğü zaman adaletin yerini bulmasını isterler. Hakkının hukukunun yargılamanın her aşamasında korunmasını ister. Ama şimdi yargı içerisinde farklı saiklerle hareket eden insanların olduğu bugün yüksek sesle ifade ediliyor, iddia edilmiyor, Türkiye kamuoyu bunu yakından takip ediyor. Esasen yargı için en büyük tehdit tehlike yargıya güvenin ortadan kalkmasıdır.

Şu an yargıya güven zedelendi mi ortadan mı kaktı?

Yüzde yüz ortadan kalktı diyemeyiz ama büyük bir zedelenme oldu. Çünkü soruşturmayı yürüten savcının, hakkında karar veren hâkim hakkında insanlar artık acaba demeye ve kendileri hakkında verilmiş kararları sorgulamaya başladılar. Ve puzzle’ın parçalarını bir araya getirerek uğradıkları haksızlıkları paralel yapılanmayla irtibatlandıranların sayısı çoğaldı. Yargı en büyük zararı gördü bu süreçte. Hukuk devletinde esas olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı; hâkim ve savcının layüselliği değildir, hesap vermez bir kişilik olması değildir, keyfi davranması hiç değildir. Hiçbir şeyle bağlı olmaması da değildir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı; yargı görevi yapan hâkim ve savcının anayasa, kanun, hukuk ve bunlara uygun vicdani kanaatle bağlı olması bunun dışındaki bağlılıkları reddetmesidir. Eğer bir savcı yürüttüğü soruşturmada, bir hâkim gördüğü davada; anayasa, kanun ve hukukla bağlı bir vicdani kanaatle değil de mensubu olduğu düşünce, inanç, grup veya paralel yapının menfaatini gözetir, kanunu ona göre yorumlar ve kararı ona göre tesis ederse, orada hukuk da olmaz, adalet de olmaz, hukuk devleti olmaz, demokrasi olmaz, millet adına yargılama ve karar olmaz, yargıya güven olmaz, karara saygı olmaz. Böylesi bir kabulden ve fotoğraftan herkes, zarar görür, karlı çıkan olmaz.  Paralel yargı iddialarını da, paralel yürütme iddialarını da, paralel devlet yapılanması iddialarını da görmezden gelemeyiz. Bu iddiaları, Anayasa ve yasaların çizdiği sınır içinde, anayasa ve yasalara uygun bir biçimde incelemek, soruşturmak ve gereğini yapmak, hukuk devletinin görevidir.

PARALELLERİN DİSİPLİNİ HSYK’DA

Aslında şunu sormak istiyorum: HSYK seçimleri döneminde farklı kesimlerin sıklıkla ifade ettiği, aşağı yukarı birbiriyle de örtüşen rakama göre yargıdaki cemaat mensubu hâkim savcı sayısı üç bine yakın. Toplamın dörtte biri gibi. Ve suç işlemiş, kendisine verilen yetkiyi cemaat lehine suiistimal ettiği tespit edilmiş olan az sayıdaki hâkim savcı dışındakilerin hepsi şu an mahkemelerde, dava bakıyorlar. Hal böyleyken paralel yapıyla mücadele nasıl bir yöntemle, takvimle ve hedefle işleyecek?   

12 Ekimde yapılan HSYK seçiminde, YARSAV, Yargıda Birlik, haklarında paralel yapıya yakınlık iddiasında bulunan bağımsızlar listeleri ve bir de gerçekten bağımsızlardan oluşan isimler yarıştı.  olduğu iddiası hâkim savcılar yüksek kurulu seçimleri oldu. Adli yargıda Yargı da birlik listesi, idari yargı da ise karma liste çıktı. Yargıda, paralel bir yapılanmaya izin vermeyiz. Yarıda, paralel bir yargının oluşumu, hukuku ve demokrasiyi ve milli iradeyi yok eder. Vatandaşlarımız, bu konuda mağdur olduğunu düşünüyorsa temyiz, bireysel başvuru, AİHM’e müracaat ve itiraz yollarını kullanabileceği gibi, kanunu açıkça çiğneyen ve bilerek kanuna aykırı hareket eden hakim ve savcılarla ilgili HSYK’ya da şikayette bulunabilir. Yargıdaki paralel yapılanma iddialarının araştırılması ve karara bağlanmasının da anayasa ve yasaya uygun biçimde yapılacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

BU DAVALAR RÖVANŞ DEĞİL, AKSİNİ SÖYLEMEK İFTİRADIR

Ali Bayramoğlu’nun sormamı istediği bir soru var, şöyle ki: Paralel yapıyla topyekun bir mücadele var ama bu mücadelenin 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarına karşılık olarak yapıyormuş, karşı hamleymiş, rövanşmış gibi bir görüntü de var. Hem bunu aşmak hem de paralel yapının barındırdığı riskin genişliği gereğince mücadelenin çerçevesini genişletmeyi düşünmüyor musunuz?  

Hukuk devletinde, intikam veya rövanşist duygularla bir soruşturma açılamaz, bir yargılama yapılamaz. İntikam duygusuyla açılmış bir soruşturma veya görülen bir dava yoktur. Bunun aksini söylemek, bir iddiadan öte iftiradır. Bildiğim kadarıyla 14 Aralık soruşturması dâhil devam eden soruşturmalar, 17 ve 25 Aralıkla ilgili değil. Suç isnatları tamamen farklı. Ama sanki, 17 ve 25 Aralık’ı neden yaptınız diye soruşturma ve kovuşturma yapılıyormuş gibi takdim yapılıyor. Bu bir algı operasyonudur. Algı operasyonu yapanlar ne yaptığını biliyor; onlara dosyaya, suç isnatlarına ve delillere bakın öyle konuşun ve yazın demenin bir anlamı yok. Ama bunun dışında kalanların algıyı yönetenlere baktıkları kadar dosyaya, suç isnatlarına, delillerine de vakıf olarak konuşup yazmalarında fayda var. Devam eden soruşturmalar ve yargılamalar, hükümetin işi değildir, yargının işidir. Bunlar idari tasarruflar değildir, adli işlemler ve kararlardır. Hükümet, burada sadece yargının verdiği bir karar varsa onun gereğini yapmakla mükelleftir. Yargıdaki soruşturmalar gizlidir. Hangi konuda, nerde, ne kadar soruşturma var, bunların kaçı davaya dönüşür bunu yürütme bilemez, Adalet Bakanı bilemez. Bunu zaman gösterecektir.

İntikam değilse de hakkın yerini bulması gibi bir istek de mi yok?

Adalet talebi, herkes için geçerlidir. Hakkın sahibine verilmesi, hakkın yerini bulması adaletin gereğidir. Biz elbette maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını, hakkın yerini bulmasını ve adaletin tecellisini arzu ederiz. Bu, her iddia ve isnat için ve herkes için geçerlidir.

ERDOĞAN ÖLECEK HABERLERİNİ ONLAR YAYDILAR

Samimiyetin tek taraflı olduğu kanaati ilk ne zaman belirdi, kırılma noktası neydi?

Ak Parti 12 yıldır iktidar. Büyük başarılara imza attık. Ehil olan herkesle çalıştık. Kimseyi itmedik, kategorik ayrıma tabi tutmadık. Kimsenin mensubiyeti, görüşü, inancı, bizim bu düşüncemizi olumsuz etkilemedi. Bazı kamu görevlilerinin mensubiyet bilincini, yasaların ve görevinin önünde tuttuklarına dair bilgilere önceleri, bir karalama söylemi olarak gördük, ihtimal vermedik. Somut emareler gösterenler, söyleyenler olunca da bu sefer; “Alnı secdeye gelen insanların bunları yapması olacak iş değil” düşüncesinin etkisinde kaldık. MİT Müsteşarı Sayın Hakan Fidan soruşturması, bugüne kadar söylenenlerin gerçekliğini gösterdi. Hakan Fidan Soruşturması, Başbakanımızın ameliyat olduğu dönemde yeni bir aşamaya girdi. Bir yandan Başbakanımızın ağır bir hastalığa yakalandığı, öleceği haberlerini kendi aralarında ve dışa doğru yayarken diğer yandan Başbakanımız tedavi olurken Hakan Fidan’a soruşturması hızlandırıldı. MİT Soruşturması, Hakan Fidan’a dönük değildir, asıl hedefi Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’dı. Mesajı açıktı. Cumhurbaşkanımız o dönemde başbakan olarak yaptığı konuşmada, “Yiğitseniz gelin beni alın.” dedi. Bu çağrı, hedefin Hakan Fidan değil bizzat kendisi olduğunun ilanıdır. MİT hadisesi, ileride bilinmeyen pek çok perde arkasıyla birlikte gün yüzüne çıkacaktır. Paralel devlet yapılanmasıyla bizim yaptığımız, esasında, devlete, hukuka, demokrasiye, milli iradeye sahip çıkmaktır. Keşke paralelle işbirliği yapanlar, bu büyük duruşu anlamış olsalardı.

PARALELLE İLGİLİ ÖZELEŞTİRİ YAPIYORUZ

Partinizle hükümetinizle ilgili bir şöyle beklenti var: AK Parti toplum karşısına çıktı ve “Ey halkımız, Gülen ve cemaati bizi arkadan bıçakladı, yanıldık, aldatıldık” dedi. Toplum da inandı ve iradesini AK Parti’ye vererek hükümeti bu yapıyla mücadele için yetkilendirdi. Buraya kadar tamam. Lakin Gülen yapılanmasının 40 yıllık geçmişi olsa da serpildiği dönem 12 yıllık AK Parti dönemiydi. AK Parti bununla ilgili siyasi sorumluluğu olacak, bir özeleştiri yapmayacak mı?

Biz özeleştiriyi sürekli yapıyoruz. 17 ve 25 Aralık, paralel devlet yapılanmasının tehlikesini ve doğurduğu tehdidi gözler önüne sermiştir. 17 ve 25 Aralık, bizim gerçekle amasız, fakatsız, lakinsiz ve ancaksız yüzleşmemizi sağladı. Keşke bizim yaptığımız bu özeleştiriyi herkes yapsa, yapabilse.

Biz milli iradenin emanetçisiyiz. Millet bize emanet etti. Bunu yok etmek ya da milletten almadığı halde kullanmak isteyenlere karşı en büyük mücadeleyi Tayip Erdoğan liderliğindeki bu kadro verdi. Güç zehirlenmesi yaşayanlar “meclis kim oluyor, hükümet kim oluyor, millet kim oluyor” enaniyetiyle hareket ediyorlar. Ama onların fark etmediği bir şey var.

ERDOĞAN ŞAPKASINI ALIP GİTMEDİ

Nedir?

Sayın Erdoğan ne Menderes’e ne Özal’a ne Erbakan’a benzer. Tayip Erdoğan bu güne kadar kendisine yapılmış hiçbir meydan okumaya eyvallah dememiş, boyun eğmemiş, arkasını dönüp gitmemiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız, hayatının her evresinde her türlü vesayete ve milli irade hırsızlarına karşı en büyük mücadeleyi vermiştir.  Hiçbir vesayete, hiçbir karanlık güce, içerdeki ve dışarıdaki hiçbir vesayetçi odağa boyun eğmemiştir. 27 Nisan’da, 367’de, kapatma davasında, darbe teşebbüslerinde, gezi hadiselerinde, 17 ve 25 Aralık’ta, Kobani hadiselerinde tavrı ortadadır. Tehdit, şantaj ve meydan okumalar karşısında şapkasını veya fötr şakasını alıp giden ya da iktidarını paylaşan değil, tehdit, saldırı, şantaj, darbeye teşebbüs veya başkaca hukuk dışı yollara teşebbüs edenlerin üzerine gitmiş, hukuk içinde milletiyle birlikte mücadele etmiştir. Kurucu liderimiz ve Cumhurbaşkanımıza kim meydan okumuş, kim tehdit etmiş, kim şantaj veya kumpasla üzerine gitmiş, kim hukuk dışı yollarla saldırmışsa, hepsi kaybetmiştir. Milli iradeye, emanete, hukuka ve demokrasiye sahip çıkan Cumhurbaşkanımız ve liderliğindeki Ak Parti hep kazanmıştır. Ak Parti kadroları, meydan okumalarla, tehditlerle, hukuk dışı yöntemlerle yıldırılacak, geriletilecek ve vazgeçirecek kadrolar değildir. O yüzden de dönemimizde yaşanan pek çok olayda göstermiştir ki Cumhurbaşkanımız ve onun yol arkadaşları, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997’de ki gibi hukuk ve demokrasi katliamına boyun eğmemiştir.  

Evet, ama aynı algı operasyonu halen devam ediyor?  

Mısır’da darbe oldu, demokrasi hukuk diyen oldu mu? Suriye’de yüz binlerce insan öldü, bir şey diyen oldu mu? Başka ülkelerde sorunlar oluyor, kimsenin sesi çıkmıyor. Türkiye söz konusu olduğunda insan hakları ihlalleri olmadığı, her iş hak hukuk ekseninde yürüdüğü halde pek çok çarpıtmayı bile gerçek gibi görüp Türkiye’ye saldırı vesilesi biliyorlar. Geçenlerde bana Avrupa’dan bir heyet geldi, basım özgürlüğü konuşulurken onlara şunu söyledim. Siz Türkiye karşıtı, hükümet karşıtı olduğuna inandığınız gazeteler hangisiyse onları bir hafta boyunca takip edin, bir bakın bakalım, basın özgürlüğü var mı yok mu? Bir de Amerika’daki Almanya’daki, İngiltere’deki gazeteleri alın karşılaştırın. Obama’nın, Merkel’in, Hollande’nin aleyhine yapılan hakaretler mi daha çok yoksa Cumhurbaşkanımızın Hükümetimizin aleyhine yapılanlar mı? Bakalım sansür ya da oto sansür hangisinde daha çok işliyor? Türkiye’de her gün onlarca gazete cumhurbaşkanımız başbakanımız hükümetimiz aleyhine tamamen yalan haberler yazılar yayınlıyor. Basın özgürlüğünün olmadığı bir yerde bunlar olabilir mi? 

14 ARALIK ELEŞTİRİLERİ YANLIŞ

14 Aralık’ta başlayan soruşturma yine “özgür ve muhalif medya susturuluyor” ambalajıyla yer buluyor yerli ve yabancı medyada. Paralelle mücadelenin gerekliliğine inanan ama soruşturmanın yanlış yerden başladığını söyleyen ve “iki yazı, bir diziyle olmaz bu işler” diyenler var. Yorumunuz ne?

Bu eleştirileri ben yanlış görüyorum. Burada yürüyen adli bir süreçtir. Adli süreçler, re’sen ya da bir ihbar veya şikâyetle başlar ve yürür. 14 Aralık hükümetin yürüttüğü bir süreç değildir, yargının yürüttüğü adli bir süreçtir. Tamamen hükümetin dışındadır. İhbarı veya şikayeti yapan, haksızlığa uğradığına inanan bir vatandaşımızdır. Elbette ki yargı, kendine gelen ihbar veya şikayeti soruşturmak ve yasalara göre gereğini yapmakla mükelleftir. Yargısal süreçler, adaletin tecellisi, hakkın sahibine teslimi, hakkın yerini bulması içindir. Bunu, bir mücadele konseptinin parçası olarak takdim etmemek lazımdır. Bir vatandaş, bazı kamu görevlilerinin bazı sivil kişilerle işbirliği yaparak aleyhinde delil uydurup, haksız yere uzun bir süre cezaevinde kalmasına neden olduklarını iddia ediyorsa, hukuk devletinde böylesi bir iddianın üstü örtülmez, araştırılıp gerçek ortaya çıkarılır. Araştırma ve soruşturma, gerçeğin ortaya çıkması için de, bir haksızlık varsa onun tespiti için de şarttır.

ADALET SADECE MÜLKÜN DEĞİL YARATILIŞIN DA TEMELİDİR

Yakın geçmişte Ergenekon ve Balyoz gibi davaların soruşturma ve yargılama süreçlerinde üretilen haksızlıklarla, uydurma deliller ve zorlama iddialarla kurunun yanında yaşın da yakıldığını ve aslında çok haklı bu davaların siyaseten ve ahlaken çöktüğünü gördük. Bunu paralel yapının kasten yaptığını da anladık ama geç anladık. Şimdi paralel yapıyla mücadelede de benzeri bir durumun yaşanması ihtimaline karşı bu mücadelenin lekelenmemesi için Adalet Bakanı olarak yargı süreçleriyle ilgili ne önerirsiniz?

Bizim hukukumuzda soruşturmaların yargılamaların nasıl yapıldığını düzenleyen hukuk kuralları var. Yapılacak olan kanuna uymak, kanunu doğru uygulamaktır. Bundan daha fazla bir şeyi benim söylemem fevkalade yanlış olur. Ama öte yandan bir konuda mağduriyetler, şikâyetler varsa elbette onlarla ilgili gerekenler de hukuk içinde yapılır. Ve hukukta bir karşılığı varsa mutlaka hukuk içinde ortaya çıkar. Bundan kimsenin endişesi olmasın. Devlet olmanın gereği hukukun varlığıdır. Hukuk hem devleti bağlar hem bireyleri. Onun için devlet bir adım atıyorsa mutlaka hukuk içinde atar.

Yani; adalet mülkün temelidir”?

Adalet sadece mülkün değil esasında bütün yaratılışın, dünyanın nizamında da temelidir. Çünkü her şey bir ölçü ve mizan üzere yaratılmıştır. O ölçüyü kaybettiğinizde her işiniz bozulur. Onun için devleti güçlü kılan bu teraziyi doğru tutması, kendini de hukukla sınırlı görmesidir. Devletin paralel devlet yapılanmasıyla mücadelesi de hukuk içinde ve hukuka uygun bir biçimde yürüyecektir.  

YARGITAY 9. CEZANIN AVCI KARARINA ŞAŞIRMADIM

Hanefi Avcı’nın Devrimci Karargâh Davası kapsamında verilen hapis cezasını –adı paralelle çıkmış olan- Yargıtay 9. Dairesi onadı. Emniyet içindeki yapılanmayı Haliç’te Yaşayan Simonlar / Dün Devlet Bugün Cemaat kitabında anlattığı için paralel yapının hedefine konan Avcı kararı duyunca “Adalet beni yanıltmadı” gibi manidar bir açıklama yaptı. Aynı gün gazetelerde bu cümlenin yanında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Paralel yapıyla mücadeleyi kazandık” açıklaması da vardı. Bu fotoğraf size ne diyor?

Yargıda davası olanlar, yargıdan adil bir karar vermesini bekler. Mahkemenin adil karar vereceğine ilişkin herkeste bir genel kabul de esasında vardır. Yargıda davası olan bir kişinin, hakim ve savcının bağımsız ve tarafsız olmadığına inanıyorsa, yargılamanın bir usuli işlemin ikmali olarak görüyorsa, karar ne olursa olsun, yargıya güveni ve adalete inancı yok olur. Sayın Avcı’nın ; “Adalet beni yanıltmadı” açıklaması, bu kararı verenlere güvensizliğinin sonucudur.

Hanefi Avcı hakkındaki kararın zamanlaması manidardır. Yargıtay Kanunu değişmiş, yeni üyeler seçilmiş, pazartesi Yargıtay Başkanlık Divanı seçimi var, daireler arası iş bölümü ve daire üyeleri değişebilir; tamda böyle bir yapılanma sürecinin arefesinde karar verilmiş olması bence de manidardır. Elbette daire karar verebilir. Halen görevli. Ama doğru olan, kamuoyunun yakından takip ettiği bu davanın temyiz kararının, yeni yapılanma sürecinin sonuna bırakmasıydı. Ama Daire öyle yapmadı. Kararını hemen açıkladı, kamuoyunda kendisi hakkındaki görüşleri pekiştirdi, daireyi ve üyeleri yıprattı, Hanefi Avcı’yı da şaşırtmadı. Doğrusu karara ben de şaşırmadım. Ama henüz süreç bitmiş değil.

17-25 ARALIK YOLSUZLUK OPERASYONU DEĞİLDİR

17-25 Aralık’la ilgili kurulan Meclis Soruşturma Komisyonu’nun kararı 5 Ocak’a ertelendi. Tartışmalar AK Parti’nin ilgili eski bakanları Yüce Divan’a gönderme konusunda kafa karışıklığı yaşadığı yahut bu konuyu tam da seçimler öncesinde toplumdan kaçırmak istediği gibi iki ana başlıkta toplanıyor. Sizin yaklaşımınız nedir?

Komisyon adli bir komisyon olarak görev yapıyor. Komisyonun oylamaları, süreçleri sıkı kurallara bağlı.  Komisyonun ve Genel Kurulun kararını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bu ayrı bir bahis. Daha önce de ifade ettim17–25 Aralık süreci, salt bir yolsuzluk operasyon süreci kesinlikle değildir. Yolsuzluk kılıfı altında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini görevden uzaklaştırmaya dönük, siyasal hedefleri olan bir süreçtir. Hukuk ve yargı burada kullanılmıştır. Hiç kimse yolsuzluk iddialarıyla bu operasyonu gizleyemez. Bütün Türkiye bunu görüyor. Yolsuzluğun olduğu bir ülkede eğitim, sağlık, güvenlik, adalet, ulaşım vb. pek çok alanda bunca büyüme, gelişme ve değişim yapılabilir miydi? Bu başarılar, esasında hükümetlerimizin yolsuzluğa karşı verdiği aktif mücadelenin eseridir. Halkımız, Hükümetlerimizin yolsuzlukla samimi mücadelesini görmüş ve her seçimde oyunu artırmıştır. En son 17 ve 25 Aralık yolsuzluk iftiralarının gölgesinde yapılan 30 Mart Mahalli ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanı seçimlerinde müfterilere sandıkta cevap vermiştir.

Belli ki muhalefet Haziran 2015 seçimlerine de yolsuzluk sakızını çiğneyerek gitmek istiyor. Halk bu yolsuzluk türküsüne son iki seçimde de itibar etmedi, vekil seçiminde de itibar etmeyecektir. Yolsuzluk iftiraları, muhalefete cansuyu olmadı olamadı, meclisteki iftiralar da muhalefete cansuyu olmaya yetmez.

Komisyon Meclis’e, Meclis de Yüce Divan’a gönderirse, Haşim Kılıç başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi yargılananlar lehine çalışmaz, muhalefet de bunu seçim meydanlarında kullanır, AK Parti bunu göze almak istemez gibi yorumlar yapılıyor. Sizin yorumunuz nedir?

Bunların hepsi geleceği okumak adına yapılan spekülasyonlar. Komisyon hayır derse bunu kamuoyuna nasıl anlatacaklarının alt yapısını şimdiden hazırlıyorlar diye düşünüyorum. Ne olacağını henüz bilmiyoruz. O yüzden olmayan bir şey üzerinden yorum yapmak doğru olmaz.

HAKARET FİKRİ ACZİYETTİR

Peki. Konya’da 16 yaşındaki bir çocuk Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklandı, sonra salıverildi ama yerli yabancı bir kısım medya Türkiye’nin ne kadar otoriter, ne kadar yaşanmaz, ne kadar beter bir yer olduğunu kanıtlamak için ihtiyaç duydukları son malzemeye de kavuşmuş oldular. Dava açılabilmesi için Adalet Bakanı’nın izni gerekiyordu. O izni verdiniz. Eleştiriler şiddetlenerek artacak gibi görünüyor?

Konya’daki olay, bir adli olaydır. Benim Adalet Bakanı olarak yargıya talimat verme yetkim yok. Kaldı ki tutuklama veya tutuklamama yönünde bir talimat vermem de doru değildir. Ancak ben kişi olarak zorunlu ve istisnai haller hariç yargılamaların tutuksuz yapılamasını savundum hep. Yine aynı kanaatteyim. Konya’da tutuklanan çocuk üzerinden Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı bir saldırı yapıldı, yapılıyor. Basın 16 yaşındaki bir çocuğun Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklandığını yazıyor. Ama ne dediğini yazmıyor. Sanki bir eleştiri yapmış ta tutuklanmış gibi hava verilmek isteniyor. Keşke bu haberleri yapanlar, bu çocuğun Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na nasıl hakaret ettiğini de yazsalardı. Bu haberleri yapanlara, bu çocuğun söylediğini söyleseler, ne cevap verirlerdi. Hakaret, bir düşünce açıklaması değildir. Aksine hakaret; düşüncesizliğin, fikri acziyetin yazılı veya sözlü dışavurumudur. Hakaret edenleri, kahraman yapanlar veya onları kahraman gibi gösterenler, kahraman yaptıkları herkese zarar veriyorlar. Konya’daki çocuğun kullandığı ifadeleri kim kullanırsa kullansın, hangi Cumhurbaşkanı’na karşı kullanırsa kullansın, -Adalet Bakanı kim olursa olsun-  soruşturma izni verilir. Ben de izin verdim.

CUMHURBAŞKANINA VE BAŞBAKANA HAKARETİN DÜZENLEMESİ FARKLI 

Gezi’de Erdoğan’a ve ailesine çok ağır hakaretler küfürler vardı. Üstelik bu çirkinliği basitliği yüceltenler de vardı. Aynı nefret suçu gazete manşetlerinde, köşelerde, hatta muhalefetin ağzından Meclis çatısı altında da defalarca işlendi. Yani bu her yerde var. AK Parti karşıtı kesim aldığı oksijeni karbondioksitle birlikte bir de küfür hakaret salıveriyor atmosfere. Yani her yerde ve yetişkinlerce de işlenen suçun bir çocuk üzerinden cezai sürece sokulmasını eleştirenler var?

Türk Ceza Kanunu, Cumhurbaşkanı’na hakaret ile hükümete hakareti ayrı maddelerde düzenlemiştir. Cumhurbaşkanı’na hakaretin cezası hem daha ağırdır ve hem de cezası itibariyle tutuklama yasağı dışındadır. Gezi veya başka yerlerdeki hakaretler, ayrı hükümlere göre işlem görür. Cezaları da az olduğundan tutuklama çıkmaz. Ama Cumhurbaşkanı’na hakaretin cezası, tutuklama sınırından fazla olduğu için tutuklamalar olabilir. Ayrıca Cumhurbaşkanı’na yapılan hakaret, re’sen takip ediliyor.  

Erdoğan’a hakareti ve hakaret siyasetini benimseyenler makam ve ceza farkına kendilerini ayarlamalılar o halde?

Ben onlara makama göre ayarlama yapmalarını değil, insan olmanın özelliklerine göre saygı sınırları içerisinde eleştiri yapmalarını, hakaret ile eleştiriyi ayırt etmelerini tavsiye ederim. Dil insanın aynasıdır. İçinizde ne varsa dışarıya o sızar.

YAKUP KÖSE İNFAZINDA SIKINTI OLDUĞUNU BİLİYORUM

Yakup Köse’yi sormazsam olmaz. 28 Şubat’ın mağdur çocuğu Yakup’u yine aldılar biliyorsunuz.

Evet. Yakup Köse’nin dosyası kesinleşmiş bir dosya biliyorsunuz. İncelettim. Cezası infaz ediliyor. Onunla ilgili hukuksal eksiklikler yanlışlıklar var mı diye incelettiriyorum, eğer varsa hukuk çerçevesinde elbette ilgileniriz. Bizim bakanlık olarak yapacağımız fazla bir şey yok ama üzerine düşen bir şey varsa mutlaka yaparız. Kimsenin haksızlığa uğramasın istemeyiz. Ama ortada bir sıkıntı olduğunun farkındayım.