Modern köleliğin anatomisi

Akif Çarkçı/Yazar
8.05.2024

Mikro planda, dünyanın pek çok kapitalist ülkesinde olduğu gibi tüm dünya ölçeğinde dünyadaki servetin toplanmasında ve dağıtımında büyük bir adaletsizlik olduğu kesin. Dünyadaki zenginliğin ya da servetin yüzde 90'ına dünya nüfusunun sadece yüzde 10'unu oluşturan kesim hükmediyor. Kapitalizmin “birlikte zenginleşeceğiz” söylemi büyük bir avutmaca. Büyük kitleler çılgınca tüketmezlerse küçük azınlık servet temerküzü sağlayamaz.


Modern köleliğin anatomisi

Modern zamanları idrak ettiğimiz bu talihsiz dönemde insan kalabalıkları ayaklarına prangalar vurulmuş birer köle ve hizmetkâr ordusuna benzemektedir. Hayatları, özgürlükleri, gelecekleri adeta ellerinden alınmıştır. Zihinlerindeki düşünceler, ceplerindeki paralar, evlerindeki huzur ipotek altındadır. Bu talihsiz kalabalıklar borçla yaşamakta, borçla dünyaya gelmekte, borçla ölmektedir. Daha çok kazanma ve daha çok harcama yarışında insanların hayatları telef olup gitmektedir.

Öte yandan kazandığından fazlasını harcama bataklığına saplanan insanlar aradaki farkı borçlanarak kapatmaya çalışmaktadırlar. Borç verenler borç alanlara karşı herhangi bir sorumluluk taşımazken, borç alanlar büyük bir yükümlülüğün altına girmekte, varlıklarını, hayatlarını, kazanımlarını gönüllü/gönülsüz satışa çıkarmaktadırlar. Burada iki taraflı bir çıkar ilişkisi söz konusu değildir. Kazanan taraf her zaman borç veren taraftır. Boynuna pranga takılan ve köleleştirilenler, yani borçlular her zaman kaybeden tarafta bulunmaktadırlar.

İnsanlar kendi elleriyle kendi kendilerini boyunduruk altına sokmaktadırlar. Ne talihsizliktir ki bunun farkına varan ve uyanan insan sayısı çok azdır. Modern zamanlarda insan kalabalıkları seçilmiş bazı merkezlere borçlanmakta ve bu kâr merkezleri gücünü günden güne daha da pekiştirmektedir. Kadim zamanlarda ise insanlar birbirlerine borçlanıyorlardı. Bireyin bireyle olan borç alacak ilişkisi, modern zamanlarda bireyin kurumlarla olan ilişkisine dönüştü.

Borç verenin güçlendiği sistem

İktisadi planda faiz ve banka, bireylerin kurumlarla olan ilişkisine güzel bir örnektir. Kadim zamanlarda birey bireye karşı borçlandığında hem borçlunun hem alacaklının içi daha rahattı. Alacaklı borçluya mühlet tanıyabiliyor, gerekirse borcu affederek erdemli bir iş yapmış oluyordu. Hatta Osmanlı'da borçluya yardım eden vakıflar borçlunun imdadına yetişebiliyordu. Ancak modern zamanlarda kurumlara karşı borçlanan insanların borçları çok küçük istisnalar dışında affedilmiyor aksine vadesi geçtiği zaman borç katlanarak büyüyor, kişi borcunu ödeyemezse, daha evvel çerçevesi kanunla belirlenmiş şekilde borcunu ödeyemeyen insanların mallarına el konuluyor. Yani modern zamanlarda ortaya çıkan borçlanma biçiminde durum tamamıyla borç verenin güçlenmesi üzerine dizayn edilmiş. Borç vereni koruyacak, borcun tahsilatını gerçekleştirecek sistem ise yasal güvenceye kavuşturulmuş.

Paradan para kazanmanın önünün açık olduğu bir düzende güç her zaman borç verenin elindedir. Bu gücü temsil eden merkezler ise servetleri ve nüfuzları bakımından bütün dünyada çok küçük bir azınlığı oluşturmaktadırlar. Milyonları oluşturan yığınlar belki binlerle ifade edilebilecek küçük bir azınlığın tahakkümüne girmiştir. Daha çok tüketmek, daha iyisine ulaşmak, "daha iyi yaşamak!" isteyen kalabalıklar bu küçük azınlığa büyük bir "iyilik" yapmakta, güçlerine güç, servetlerine servet, nüfuzlarına nüfuz katmaktadırlar. Kalabalıkların üzerine yüklenen maliyetler ise her geçen gün artmaktadır.

Reklam maliyeti de tüketicinin sırtında

Kalabalıklar bunun farkında mıdır, değil midir, bilinmez. Ancak bu maliyetlere üretim, sunum, lojistik, reklam, enerji, insan kaynağı maliyeti dâhildir. Yani insanlar daha çok tüketsinler daha çok harcasınlar diye yola çıkan merkezler yaptıkları reklamın maliyetini de onların sırtına yüklemektedir. İşin daha da ilginç kısmı insanlar daha çok tüketsin diyen merkezler sadece var olan ihtiyaçlar üzerinden kitleleri borçlandırmamakta, reklam sektörü üzerinden büyük insan kitlelerine yeni ihtiyaç alanları icat ederek insanlara daha çok tüketmelerini salık vermektedirler. Kalabalıklar ise bu tuzağa kolayca düşmekte, esasında ihtiyaç olmayan ancak ihtiyaçmış gibi lanse edilen ürünlere hücum etmekte, ulaşamadıklarına ise faizle borçlanarak söz konusu mal ya da ürünlere erişebilmektedirler.

Faiz burada kilit konudur. Faiz bir yönüyle paradan para kazanma, diğer yönüyle de servet temerküzü sağlama aracıdır. Sermaye biriktirmek isteyenler ellerindeki parayı meşru ticaret ve üretim amaçlı olarak piyasaya sürmemekte, başkalarına borç vererek sermayelerini büyütmektedirler. Mesela Türkiye'de 100'e yakın fabrikası ve büyük üretim gücü olan holdinglerin fabrikalarını birer birer kapatarak ya da devrederek bankacılık işine girmeleri tamamıyla bununla ilgilidir. O dönemde banka satın alanlar aynı zamanda nakit paranın gücünü de keşfettiler ve zincir market işine girdiler. Kasadan topladıkları nakdi ve insanlardan topladıkları mevduatı bankalarına transfer ettiler. Burada biriken sermayeden, geçmişte yüksek faizlerle devlete borç verdiler. Elde ettikleri faizle sermayelerini ikiye üçe katladılar. Tüketici kredileri, kredi kartları gibi enstrümanlarla ise sıradan tüketici üzerinden servet transferi gerçekleştirdiler.

Borçlanmaya namzet kalabalıklar ise daha iyi bir arabaya, daha iyi bir eve sahip olabilmek için bankaların gönüllü kölesi haline geldiler. Bankalar bu durumu keşfedince iş daha da ileri noktalara taşındı. İnsanlar borçlanarak tatil yapar hale geldiler. Bankalar yaz aylarında insanlara tatil kredisi dağıtmaya başladı. Hatta kimi bankalar işi daha da öteye taşıyarak bayram kredileri gibi bir ürün keşfettiler. Oysa sıla-i rahim için bankadan kredi çekmeye ihtiyaç yoktu. İnsanlar reklamlarda cazibesine kapıldıkları beş yıldızlı otellerde dinlenmek için bu kredileri aldılar.

Birlikte zenginleşecek miyiz?

Mikro planda, dünyanın pek çok kapitalist ülkesinde olduğu gibi tüm dünya ölçeğinde dünyadaki servetin toplanmasında ve dağıtımında büyük bir adaletsizlik olduğu kesindir. Dünyadaki zenginliğin ya da servetin yüzde 90'ına dünya nüfusunun sadece yüzde 10'unu oluşturan kesim hükmediyor. Kapitalizmin "birlikte zenginleşeceğiz" söylemi büyük bir avutmaca. Büyük kitleler çılgınca tüketmezlerse küçük azınlık servet temerküzü sağlayamaz. Benzer şekilde olanca iştahıyla tüketen bu kitleler bunu borçlanarak yapmazlarsa yukarıdaki formül hayat bulamaz.

Borç veren azınlıkların aynı zamanda dünyadaki genel siyasete, ticarete, sosyal ve kültürel hayata da tesir ettiğini düşünürsek meselenin bütün insanlık âlemi için ne denli büyük bir tehlike ve tuzak olduğunu kolayca anlarız. Dünyada savaş çıkaran odaklar silah sanayiine, hastalık ve mikrop icat eden çevreler ilaç sektörüne, gıda krizi çıkaranlar gıda sektörüne yatırım yapıyorlar. Kapitalizm bazen kriz dönemlerinde kendisini savaş ve çatışma üzerinden yeniler. Savaşlar krizleri aşmanın bir başka yoludur. Savaş ve silahlanma arayışı taraflar üzerinde çeşitli borçlanma ilişkileri kurdurur. Eğer birtakım savaş makinelerini ya da silahları alacak finansal gücünüz yoksa sistem bunun finansmanı için de size kredi açar. Yüksek faizlerle alınan bu krediler geri ödenemeyince ülkelerin milli varlıkları küresel pazarda satışa çıkar. Ülkeler moratoryumun eşiğine getirilir. Sistemin musluklarının başında oturanlar hem kriz bölgelerinde oluşan istikrarsızlık üzerinden hem de sattıkları silahlar üzerinden para kazanırlar. Faiz yoluyla verdikleri borç üzerinden kazandıklarını da bu toplama eklenir. İşin acı tarafı dünyadaki kapitalist sistemin başında duran kurum ya da aileler dünya üzerinde savaş, kargaşa, kaos çıkarmak istedikleri bölgelerde oluşan maliyetleri de bu faturaya eklerler.

Küresel finans kapital kurumları, medya kuruluşları, çok uluslu şirketler sadece kendi işlerini yapmazlar. Aynı zamanda bir lobinin çıkarlarına hizmet ederler (silah, petrol lobisi vs.). Öte yandan teknoloji, bilişim, enerji şirketleri de dâhil olmak üzere pek çoğunun istihbarat örgütleriyle direkt ilişkisi vardır. İstihbarat örgütleri yanında pek çoğunun paramiliter orduları vardır ve mafya ile iç içedirler. Mesela Afrika'da sık sık askeri darbelerin yapılması bununla ilişkilidir. Sömürülecek ülkelerde kaynak paylaşımı noktasında sıkıntı yaşayan şirketler ve devletler lobiler, medya, mafya örgütleri ve paramiliter güçler eliyle ilgili ülkelerde yönetim değişikliklerine giderler. Hedeflerinin önünde durabilecek insanlara karşı da son derece acımasız davranırlar ve insan öldürmekten asla çekinmezler. Bunların hedefleri siyasi olabileceği gibi ekonomik de olabilir. Fransa'nın kimi Afrika ülkelerinde yaptığı mezalim hem siyasi hem ekonomik amaçlar taşırken, İsrail terör örgütünün Gazze'de giriştiği soykırım hem siyasi hem dini hem de ekonomik hedefler barındırır

Bütün insanlık âleminin bu tablo karşısında yapacağı tek şey var. Adına modern dünya sistemi ya da küresel kapitalist sistem denilen düzene çeşitli araçlarla rest çekmek ve olan biteni protesto etmek. İnsanlık topyekûn uyanışa geçmeli ve sistemin can damarlarını besleyen tüketim alışkanlıklarından vazgeçmelidir.

Gazze'de yaşanan dram sonrasında insanlar kurulu düzeni bir parça eleştirmeye başladı. Orada yürütülen soykırımın arkasında kimlerin olduğunu, bu kirli girişimi kimlerin desteklediğini, finanse ettiğini anlamaya başladılar. Ancak bu konuda daha derin uyanışlara ihtiyacımız var. Bu uyanışı kitleselleştirmeye ve yeryüzü ölçeğine taşımaya ve kitlesel mobilizasyona ihtiyaç var.

[email protected]