Değişim çağı

Ufuk Batum/ Yazar
30.04.2024

ABD'de Columbia Üniversitesi'nde başlayan Gazze eylemleri hızla diğer üniversitelere yayılıyor. Hareketin hemen etkilediği diğer üniversiteler arasında Maryland Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, Brown Üniversitesi, Michigan Üniversitesi ve Texas Üniversitesi var. ABD artık kendi kendisini yöneten bir ülke olmadığı için İsrail'in zulmünün, vahşetinin, katliamının, Gazze'deki soykırımın üstünü örtme görevi ABD polisine, federal ajanlarına düşmüş görünüyor.


Değişim çağı

Çok da aynı fikir ve felsefe akımından besleniyor olmasalar da bir araya gelmeye karar vermişlerdi. Amaç sürekli kazanan adama karşı zoraki bir cephe kurmaktı. Farklıların bu bir araya gelme niyetine tabii görünüşte makul bir kılıf da gerekiyordu; zaten onu da buldular: "Eski sisteme, başbakanlığa geri döneceğiz!" Biri eski sistemin cumhurbaşkanlığı koltuğuna, diğeri de başbakanlığa namzetti. Sonra ne mi oldu? Kılıçdaroğlu geçen yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimlerden sonra, Akşener ise 31 Mart yerel seçimlerinin ardından istifa ederek çekilmek zorunda kaldı. Adam ise Irak'ta büyük kalkınma projelerinin peşinde.

Biz buna değişimin gücü diyoruz. Değişim kaçınılmaz; ya kendini ve kurumunu değiştirecek, dönüştüreceksin ya da değişim bir kasırga gibi gelip önünde direnen ne varsa, kim varsa silip süpürecek, tarihin tozlu ardiyelerine hapsedecek. Bu siyaset için olduğu kadar iş dünyasında da aslında fazlaca geçerli. Türkiye'de nasıl 2001 krizi sonrası topluma, vatandaşa yukarıdan bakan siyaset anlayışı çöpe süpürüldüyse, müşterisini küçümseyen ve adeta tahkir eden bir hizmet anlayışını benimseyen Ankara merkezli çikolata üretici PatiSwiss vakasında olduğu gibi işte böyle şirketler de çakılıyor! Bakalım şirket bir daha ayağa kalkabilecek, yoluna devam edebilecek mi?

Değişim yerine "kıyamete zorlamak"

Değişim sinyalleri hemen her yerde. Dünyanın egemen güçleri hızlı bir inişte olduklarını fark etmeyerek büyük bir yanılsama içindeler. Zannediyorlar ki 20'nci yüzyıldaki emperyal konumları devam ediyor, edecek. Ya da bunu kabul etmelerinin çöküş sürecini hızlandıracağını biliyorlar ve bundan korktuklarından dolayı da dünyayı "kıyamete zorluyorlar" aslında.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın son Çin ziyaretini hatırlayalım. Sözüm ona Çin'i, Rusya ile yakınlaşmama konusunda tehdit ederek hizaya getirecekti. Ama durum hiç de arzu ettiği gibi gelişmedi. Karşılama ve uğurlama töreninde adeta "onurlu(!) yalnızlığa" terk edilen Blinken üstüne üstlük uyuyan devi de tetiklemiş, uyandırmış oldu. Çin, Birleşmiş Milletler nezdinde uluslararası bir araştırma talep etti: "Baltık Denizi'nin altından geçen ve Rus gazını Avrupa'ya taşıyan Kuzey Akım (Nord Stream) Boru Hattı'na yapılan terörist saldırıyı kim, niçin yaptı?" Bugüne kadar ABD-İngiltere ikilisinin bu saldırıyı gerçekleştirdiği çok kez yazıldı, çizildi ama kendilerinden pek de ikna edici, kayda değer bir yalanlama gelmedi. Öyle anlaşılıyor ki gerçekler ortaya çıktıkça dünyamız daha da şenlenecek!

Her alanda yükselen Çin

Mayıs ayında yapılması planlanan Biden-Erdoğan görüşmesi ertelenince artık eskisi gibi yer yerinden oynamıyor pek çünkü kimse panik yapmıyor. Masadaki konularda mutabakat sağlanamayınca ABD nazlanıyor, Türkiye'de eyvallah etmiyor. Çünkü çoktandır biliniyor ki tek güç, tek odak, tek tedarikçi ABD değil. Yine hatırlayalım; geçenlerde ABD Hazine Bakanı Yellen Çin'in derhal 400 milyar dolarlık ABD tahvili almasını buyurmuştu ama o salvo da boşa çıkmıştı. Sonrasında ise FED faiz oranını düşürmeyerek kendince buna cevap vermiş, ceza kesmişti.

Batı'nın, en başta da ABD'nin Rusya'ya uyguladığı ambargonun pek de etkili olmadığı iki yılın sonunda daha iyi anlaşılıyor. Hatta öyle ki Rusya-Çin arasında oluşan siyasal ve ekonomik işbirliği tarih boyunca hiç olmadığı kadar güçlenmiş oldu. Bu iki ülkenin başı çektiği BRICS yeni katılımcı ülkelerle beraber G7'yi dengeleyecek, hatta aşacak bir güce ulaşıyor. Rusya ve Çin kendi arasında yaptığı ve her daim artan dış ticaretinde artık dolar kullanmıyor, ticaretin sadece küçük bir kısmı bugün Euro cinsinden yapılıyor. İstenirse yakında bu da sıfırlanabilir. Bu iki önemli ülke arasında yaşanan "dolarizasyondan kaçış" deneyiminin BRICS'e taşınması planlanıyor. Yani ABD'nin en güçlü silahı olarak gördüğü dolar yakın dönemde belki de önemli bir değer kaybına uğrayacak.

Devrim yine öğrencilerden gelecek

Hepimiz televizyon yayınlarından ve sosyal medyadan izliyoruz; ABD'de Columbia Üniversitesi'nde başlayan Gazze eylemleri hızla diğer üniversitelere yayılıyor. Hareketin hemen etkilediği diğer üniversiteler arasında Maryland Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, Brown Üniversitesi, Michigan Üniversitesi ve Texas Üniversitesi var. ABD artık kendi kendisini yöneten bir ülke olmadığı için İsrail'in zulmünün, vahşetinin, katliamının, Gazze'deki soykırımın üstünü örtme görevi ABD polisine, federal ajanlarına düşmüş görünüyor. O kadar ki öğrencilerin İsrail yönetimini eleştirdikleri o en masum gösteriler güvenlik güçlerinin çok sert ve çirkin yaklaşımıyla, kaba kuvvetiyle, coplamasıyla, yerde sürüklemesiyle, arkadan ters kelepçesiyle karşılık buluyor.

ABD açık, özgür, demokratik bir toplum mu? Yoksa ABD'de, Epstein operasyonuyla yakayı Mossad'a çoktandır kaptırmış bir yönetim eliti mi var? Bugün CIA Mossad'ın emrinde, ABD'nin ipi de Siyonizm'in elindeyse buna çok şaşırmamak lazım. Aslında bu bağlamda FETÖ'nün tam olarak nereye oturduğu daha iyi anlaşılmıyor mu? Birkaç ay önce ABD'nin anlı şanlı özgür(!) üniversitelerinde gösterilere yasal hak açısından izin veren rektörler yine Siyonist baskılarla görevden el çektirilmedi mi?

Öğrencilerin haklı gerekçelerle saygın ve barışçıl gösterilerde bulunmasına güvenmek, itibar etmek lazım. Çünkü onlar temiz yürekli, hızlı, yaratıcı ve iyi iletişimcidir. Dava haklı olursa fikir ışıktan bile hızlı yayılır, gösteriler dalga dalga başka üniversitelere, ülkelere ulaşır. Özellikle son 20-25 yıldır istikametini ve feleğini şaşıran dünya düzeni bir de bakmışsınız ki öğrenci ve gençlik hareketleri ile rayına oturuvermiş. İster Filistin ve Gazze, ister bir başka vicdani dava olsun; yeter ki ana amaçtan sapılmasın, dava hep barış ve metanet içerisinde yürütülsün, arasına "3'üncü köprüyü yaptırmam, yeni havalimanına gerek yok" gibi emperyal niyetlerin sızmasına izin verilmesin.

Erdoğan değişimci mi?

Buna isterseniz siz kendi kendinize karar verin. Erdoğan'a ister oy verin, ister vermeyin ama adamın karakterinde risk alabilme, değişim ve dönüşümü yönetebilme olduğunu kabullenin. Çünkü temelde bu bir fıtrat ve liderlik kapasitesidir. Bu ülkeye hizmet belediyeciliği getiren de, hemen her alanda altyapı yatırımlarında dönüşümü sağlayan da odur. Sağlık sistemini iyileştiren ve hastane altyapılarında her yıl yüz binlerce sağlık turistini ağırlayacak bir seviyeye ulaştıran da Erdoğan'dır. Her şehrimize stadyum ve spor tesisi kazandırmak için gösterilen gayret ve ayrılan bütçeler şaşırtıcıdır. Barajlardan tünellere, duble yollardan limanlara, sivil havacılık ve kargodan savunma sanayisine kadar Erdoğan'ın inancı, çalışkanlığı, takipçiliği ve icraat kapasitesi pek de sorgulanabilir değildir. Kafaya koyarsa önünde duran engelleri dert etmeden aşar gider, kurumları ve sektörleri dönüştürür.

Erdoğan'ı sevenlere, oy verenlere bir sözümüz yok. Çünkü bu kendi tercihleri. Tabii bir sebeple oy vermeyenlere de pek bir şey diyemeyiz. Herkesin oyu saygındır ve kişisel tercihidir. Ama ifade etmek isteriz ki adamın bu değişim gücünden, yarattığı momentumdan hep beraber istifade etmeliyiz. Nasılsa büyük olasılıkla önümüzdeki 4 yıl içinde bir seçim öngörülmüyor. Adam Karabağ'ı, Somali'yi, Libya'yı tanzim ettiği gibi şimdi Irak'ta terörü sonlandırırken bölgede büyük bir ticaret ve barış koridoru yaratmak istiyor. Buna destek olmayalım mı?

Kalkınma Yolu

Erdoğan'ın geçenlerde yaptığı Irak ziyaretini tüm dünya büyük bir ilgi ve merakla takip etti. Türkiye'nin başını çektiği ve Irak, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar'ın da dahil olduğu "Kalkınma Yolu" için imzalar atıldı. Amaç 2028'e kadar bölgeyi terörden tamamen temizlemek ve başta ulaşım, lojistik ve ticaret faaliyetleriyle bu ülkelere daha fazla refah ve istikrar getirmek. Bu tam bir dönüşüm projesi. "Canım alternatif geçişler, koridorlar da var. Türkiye'ye yedirmezler!" diye düşünenler olabilir. Onlara EastMed projesini hatırlatmak isteriz. Türkiye o projeden dışlanmıştı ama Türkiyesiz kalan proje de ölü doğmuştu.

Sahip olduğumuz jeopolitik, sosyal dinamizm ve sanayimizin çevik ve inovatif iş yapma modelleri Türkiye'nin de içinde olduğu şu geniş coğrafyada bize tahmin ettiğimizden çok daha yüksek söz söyleyebilme ve icraatta bulunma imkanı tanıyor.

AK Parti'de dönüşüm

Şimdi Erdoğan'ın AK Parti'de bir değişime, yenilenmeye yol açıp açamayacağı soruluyor, konuşuluyor. Hemen herkesin de fikri ve önerisi var. Kolay değil; AK Parti, 2002 Kasım ayındaki seçimlerden itibaren iktidarda. Özellikle böylesine uzun dönemli bir iktidar deneyimi doğal olarak partileri ve kadroları yorar, yıpratır, hata yapmaya sevk eder, güç zehirlenmesine yol açar. Ancak unutmayalım karşımızda sıradışı bir lider, rahmetli Sakıp Sabancı'nın ifadesiyle "kolay yetişmeyen bir Erdoğan" var. Yaşayıp göreceğiz ama Kalkınma Yolu'nu bile önündeki 4 yıla uygun planlayan, tanzim eden o lider, partisini de kendi stilinde tanzim edecektir.